Jamie McGUIRE | Cehennem [Ön Okuma Partisi&Hediye]

25 Şub 2014

Ön Okuma Partisi etkinliğimiz tüm hızılyla devam ediyor. Şimdiki ön okumamz da Yabancı Yayınları'nın çok sevilen yazarı Jamie McGUIRE'nin Providence serisinden Cehennem'e yapıyoruz. İlk kitap ARAF'ı okuyanlar bilirler Nina ve Jared'ın masalları kıskandıracak aşklarını ve birbirlerinin olmak için neler çektilerini. Bu kitabımız yani serinin ikinci kitabı Cehennem'de de Jared'la Nina'nın korkulu rüyaları birbir gerçek oluyor ve Jared sevdiği kadın için ölümüne bir savaşa meydan okuyor. Cehennem'e bir kez girdiğinizde çıkmak imkansız olacak, benden söylemesi..
Şimdi sizi ön okumayla baş başa bırakıyorum.

Kitap Tanıtım


Jamie McGUIRE / Cehennem
Nina Grey, şeytanlarla yaptığı savaşın yaralarını yeni yeni sarıyordu. Geçmişte olanlar çok uzakta kalmış gibiydi. Hem okuluna devam ediyor hem de babasından kalan şirketin başına geçmek için hazırlanıyordu. Her şey normale dönmüştü, geceleri gördüğü kâbuslar dışında…

Nina ve nişanlısı Jared için bu kâbusların tek bir anlamı vardı: Yaklaşan tehlike ve Şeytanlarla yapılacak olası bir savaş… Tatlı Belanın yazarı Jamie McGuire, Providence üçlemesinin ikinci romanı Cehennemde hem içinizi ısıtacak hem de tüylerinizi diken diken edecek!

Ön okumamızın diğer partilerine ulaşmak için;






Ön Okuma

Babamın parçalara ayrıldığı andaki görüntüsü dışında başka bir şey düşünmeye çalıştım, böylece rahatlayıp yeniden uyuyabilecektim. Jared’ın yanağımın altındaki göğsü huzur vericiydi, inanılmaz kokusunu içime çektim. Herhangi bir zaman olsaydı kendimi hemen huzurlu hissederdim, ama hayatımın en kötü kâbusunu art arda üç kez gördükten sonra Jared’ın kokusu bile işe yaramamıştı.
“Duş alacağım,” dedim hızla üzerimdeki örtüyü kenara fırlatarak.
“Saat sabahın üçü Nina. İşe gitmek için üç saat sonra uyanman gerekiyor. Neden biraz daha uyumayı denemiyorsun?”
Yatağın ucuna oturup sırtımı Jared’a dönerek ayaklarımı aşağı indirdim. “Sen uyudun mu?” diye sordum.
Kısa bir duraksamadan sonra bezmiş bir şekilde içini çekti. “Evet.”
“Öyleyse benim de uyumam için bir sebep yok, zaten uyumak istemiyorum. Gözlerimi ne zaman kapatsam hep aynı şeyleri görüyorum.” Cevap vermesini bekledim ve bir şey söylemeyince yataktan kalkarak banyoya yürüdüm.
Duşun musluğunu açtığımda borulardan bir tıslama sesi yükseldi ve suyun ısınmasını beklerken sessizlik içinde lavabonun önünde dikilmeye başladım. Gözümün önüne rüyamdan bazı görüntüler ve seslerin olduğu anlar geliyordu. Merdivenleri çıkarken babamın ayakkabılarının çıkardığı tiz sesi unutmam mümkün değildi. Anılarımı unutabilmeyi dileyerek gözlerimi sıkıca kapadım. Gördüklerim sahiden de birer anı mıydı yoksa sadece rüya mı, bilmiyordum.
“Nina, iyi misin?” diye seslendi Jared.
Ellerimi akan suyun altında birleştirip ardından yüzüme su çarptım. Burnumla çenemden akan suların lavaboya damlamasına izin verirken birbiri ardına bıraktığı izleri seyrediyordum. Önemsiz bir şeye odaklandığımda duygularımı kontrol etmek kolaylaşıyordu.
“İyiyim,” dedim aynada kendime bakmak için doğrulurken. Görünüşüm Jared’la ilk tanıştığımız zamandan bu yana oldukça değişmişti. Bacağımın iyileşmesi için yazın neredeyse tamamını evde geçirmem cildimin daha solgun ve cansız görünmesine neden olmuştu. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de gözlerimin altında birbirleriyle uyumlu olan mor halkalar vardı.
Restoranda ölümle burun buruna geldiğimiz gece bir ömür kadar uzaktaydı. Polisin bizimle ilgisi olmayan garip kazalarla ilgili zamansızca düzenlediği toplantılarla ilgili gelişmeler dışında hayatımızda sanki Grahm, Shax ya da kitap hiç var olmamış gibiydi. Geceliğimin yere düşmesine izin vererek duşa girdim ve hızla akan suyüzüme çarpınca içimi çektim.
Jared içeri girip kollarını göğsünde sıkıca birleştirerek lavaboya yaslandı.
“Her şey yolunda mı?” diye sordum.
Huzursuzca kıpırdandı. “Senin için endişeleniyorum.”
“Güz dönemi başlamak üzere. Fazladan dersim ve bir de stajım var. Eminim stresten kaynaklanıyordur.”
“Anlamıyorum,” dedi Jared. “O… onlardan birinin bizi ziyaret edişinin üzerinden aylar geçti ve bu hayatımda onlarsız geçirdiğim en uzun süre, ama sen yine de...” Boynunu ovaladı. “Bu rüyaları şimdi görmen hiç
mantıklı değil.”
“Jared, insanlar Şeytanlar olmasa da kâbus görürler. Bu hiçbir anlama gelmiyor,” dedim saçlarımı şampuanlarken.
“Sen öyle düşünüyorsun.”
Gözlerimi devirdim. “Off, hadi ama. Çok abartıyorsun. Artık rüya görmeyeceğime söz verirsem, sen de
bu kadar endişelenmemeye söz verir misin?”
“Rüya görmemeye dair söz mü veriyorsun?” Sözlerimi tekrar ederken sesindeki alaylı tınıyı fark etmiş-tim.
Yüzümden yere köpüklü su damlatarak sabunlu kafamı duş perdesinden dışarı çıkardım. “Tamam, söz
veremem, ama aklımı karıştırıyorsun. Benim bilmediğim bir şey bilmiyorsan eğer, bunlar sadece rüya.”
Gülümseyerek alnımdaki köpükleri temizleyip dudaklarıma bir öpücük kondurdu. “Tamam, sadece rüya görüyorsun.”
Onaylayarak kafamı sallayıp ardından perdeyi tekrar kapadım. “Bugün ofise uğramam lazım, senin için sorun olur mu?” diye sordum. Aslında cevabı biliyordum.
“Yani diğer günler gibi mi?”

Devamı yarın YORUM DURAĞIM'da sizleri bekliyor olacak millet!







Cehennem – Jamie McGuire | 22 – 26 Şubat

1.Gün: Tuğçe’nin Kitapligi
2.Gün: Kördüğüm Hayaller
3.Gün: Küçük Kızın Büyük Kütüphanesi
4.Gün: Anime ve Kitap Sever
5.Gün: Yorum Durağım





a Rafflecopter giveaway

Sınırları Zorlamak | Katie McGarry - Ön Okuma[Konuşan Kitaplar Blog Tur]


Konuşan Kitaplar Blog Tur ekibinin yeni konuğu Aspendos Yayınları'nın yayın haklarını aldığı Pushing the Limits serisinin ilk kitabı olan Sınırları Zorlamak! Katie McGarry'nin kaleminden çıkmış olan bu kitap siz okurları oldukça etkilecek! Kaçırmayın, en kısa zamanda temin edin. İnanmıyorsanız da turu takip edin xD

Bu turda bana kalan ön okuma ve kitap tanıtımı aslında trailer da vardı amma velakin işlerden yorum giremiyorum ki ona yetişeyim. Eh, bekleyecek. Sürpriz olabilerrr XD


--Kitap Tanıtım--

Birbirleri için çok yanlış… ve bir o kadar da doğrular.
Echo Emersonın, sporcu sevgilisi olan popüler bir kızdan, hakkında dedikodular dönen, kollarında tuhaf yaralar olan dışlanmış bir kıza dönüştüğü akşam neler olduğuna dair kimsenin bir fikri yoktur. Echo bile o korkunç akşama dair tüm olanları hatırlayamıyordur. Tek bildiği, her şeyin tekrardan normale dönmesini istediği.
Oldukça yakışıklı ve siyah deri ceketli çapkın ama yalnız Noah Hutchins, şaşırtıcı anlayışıyla hayatına girdiğinde Echonun dünyası asla hayal edemeyeceği bir biçimde değişir. Oysa ortak hiçbir noktaları olmaması gerekirdi. İkisinin de tuttuğu sırları düşünürsek, beraber olmaları oldukça imkânsızdı.Fakat aralarındaki çekim bir türlü geçmek bilmez. Echo, sınırları daha ne kadar zorlayabileceklerini ve ona sevmeyi yeniden öğretebilecek tek bir adam için neleri göze alabileceğini kendisine sormak durumunda kalır.




Ön Okuma için;



Noah

 Taze boya kokusu ve alçıpan tozu, okulu değil, babamı düşündürdü. Yine de, o koku yeni dekore edilmiş ön büroya girdiğimde suratıma çarptı. Elimde kitaplarla, gişeye doğru ilerledim. “N’ber, Bayan Marcos.”
 “Noah, neden yine geç kaldın genç adam?” dedi Bayan Marcos, bir yandan kâğıtları birbirine zımbalıyordu.
 Duvardaki saat sabah dokuzu gösterdi. “Kahretsin! Daha çok erken.”
 Bayan Marcos, gişede benimle karşı karşıya gelmek için, yeni kiraz ağacı masasının etrafından dolaştı. Geç kaldığım zaman canıma okuyordu, fakat onu yine de seviyordum. Uzun kahverengi saçlarıyla annemin İspanyol sürümü gibiydi.
 Geç kâğıdımı yazarken, “Bayan Collins’le bu sabahki randevunu kaçırdın. İkinci döneme iyi bir başlangıç değil,” diye fısıldadı. Başıyla odanın diğer ucunda bir araya toplanmış duran üç yetişkini işaret etti. Zengin çiftle fısıldayarak konuşan orta yaşlı, sarışın kadının yeni rehber öğretmeni olduğunu varsaydım.
 Omuz silktim ve dudağımın sağ tarafının yukarı kıvrılmasına müsaade ederek, “Eyvah!” dedim.
 Bayan Marcos geç kâğıdını bana doğru kaydırırken kendine has sert ifadesini takınmıştı. Bu okulda benim ve geleceğimin tamamen mahvolmuş olmadığını düşünen tek kişiydi.
 Orta yaşlı sarışın seslendi, “Bay Hutchins, randevunuzu hatırlamış olmanız beni heyecanlandırdı, geç kalmış olsanız bile. Eminim, ben birkaç şeyi tamamlarken oturup beklemek sizin için sorun olmayacaktır.” Bana sanki eski arkadaşlarmışız gibi gülümsüyor ve öyle tatlı konuşuyordu ki neredeyse ben de ona gülümseyecektim. Onun yerine, evet anlamında başımı salladım ve ofisin duvarına dayalı olarak sıralanmış sandalyelerden birinde yerimi aldım.
 Bayan Marcos bir kahkaha attı.
 “Ne?”
 “Senin tavırlarına katlanmayacak. Belki seni okulu ciddiye alman konusunda ikna edebilir.”
 Birkaç saat daha uykuya ihtiyacım vardı; kafamı boyanmış cüruf briketli duvara yaslayarak gözlerimi kapattım. Restorandaki vardiyada bir kişi eksikti ve çıkmama izin verdiklerinde saat gece yarısını geçiyordu sonra da Beth ve Isaiah uyutmadı.
 Melek gibi bir ses, “Bayan Marcos?” diye sordu. “Bir sonraki ACT ve SAT tarihlerini söyleyebilir misiniz, lütfen?”
 Telefon çaldı. “Bir saniye,” dedi Bayan Marcos. Sonra telefonun çalması kesildi.
 Benim sıramda bir sandalye hareket etti ve sıcak tarçın rulosu kokusu ağzımı sulandırdı. Çaktırmadan baktığımda ipeksi kızıl, dalgalı saçları fark ettim. Onu tanıyordum. Echo Emerson.
 Görünürde tarçın rulosu yoktu ama lanet olsun tam öyle kokuyordu. Birçok zorunlu dersi ve geçen dönem serbest saatlerimizden bir tanesini birlikte almıştık. Akıllı, kızıl saçlı, büyük göğüslü ve kendi halinde bir kız olması dışında onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. Kocaman, uzun kollu, omzundan düşen bluzlar ve içine hayal kurmanıza yetecek kadar şeyi açıkta bırakan kalın askılı atletler giyerdi.
 Her zamanki gibi, orada değilmişim gibi dümdüz karşısına bakıyordu. Kahretsin, ona göre muhtemelen ben yoktum. Echo Emerson gibi insanlar beni deli ederdi.
 “Berbat bir adın var,” diye mırıldandım. Niçin onu bozmak istiyordum bilmiyorum, sadece istiyordum.
 “Senin tuvalette kafayı buluyor olman gerekmiyor mu?”
 Demek beni tanıyordu. “Güvenlik kameraları yerleştirdiler. Artık onu otoparkta yapıyoruz.”
 “Benim hatam.” Ayağını çılgınca ileri geri sallıyordu.
 İyi, o mükemmel dış görünüşün altına sızmayı başarmıştım. “Echo… echo…echo…”
 Sallanan ayağı aniden durdu ve yüzünü bana çevirirken kızıl dalgaları kızgın bir şekilde etrafa dağıldı. “Ne kadar orijinal. Bunu daha önce hiç duymamıştım.” Sırt çantasını kaptığı gibi ofisten çıktı. Koridordan aşağı doğru ilerlerken sıkı kalçaları bir sağa bir sola sallanıyordu. Bu tahmin ettiğim kadar eğlenceli olmadı. Aslına bakarsanız kendimi bir pislik gibi hissettim.
 “Noah?” Bayan Collins beni ofisine çağırdı.
 Son rehber öğretmenin ciddi anlamda OCD sorunları vardı. Ofisindeki her şey son derece düzenli yerleştirilmişti. Sırf onu sinir etmek için eşyalarını yerinden oynatırdım. Bayan Collins’le böyle bir eğlence olmayacağı belliydi. Masası berbat durumdaydı. Buraya bir ceset gömebilirdim ve kimse onu bulamazdı.
 Karşına oturarak beni fırçalamasını bekledim.
 “Noel tatilin nasıldı?” Yine o içten bakış vardı yüzünde; tıpkı bir yavru köpeğinki gibi.
 “İyi.” Tabii eğer koruyucu anne ve babanın ağız dalaşına girmesini ve herkesin hediyelerini şömineye atmasını iyi bir Noel’den sayarsanız. Her zaman Noel’i cehennem gibi bir bodrumda, en yakın iki arkadaşımı kafaları iyi olurken seyrederek geçirmeyi hayal etmiştim.
 “Harika. Demek, yeni koruyucu ailenle işler yolunda gidiyor.” Bu ifade bir açıklamadan çok bir soru gibiydi.
 “Evet.” Son üç ailemle karşılaştırıldıklarında, bunlar lanet olası Brady Bunch[i] gibi kalıyorlardı. Bu sefer sistem beni başka bir çocukla bir araya koymuştu. Ya yerleştirmeyi yapan insanların elinde az sayıda ev vardı ya da nihayet düşündükleri gibi bir tehdit olmadığıma inanmaya başlıyorlardı. Benim etiketlerime sahip insanların diğer çocuklarla birlikte yaşamalarına izin verilmezdi. “Bakın, benim zaten bir tane sosyal hizmet görevlim var ve başıma yeterince bela oluyor. Patronlarınıza söyleyin, vaktinizi benim için harcamanıza gerek yok.”
 “Ben bir sosyal hizmet görevlisi değilim,” dedi, Bayan Collins. “Ben rehberlik danışmanı unvanına sahip bir uzman sosyal hizmet görevlisiyim.”
 “Aynı şey.”
 “Aslında, değil. Ben çok daha uzun süre okula gittim.”
 “Aferin.”
 “Ve aynı zamanda, bu sana farklı bir seviyede yardım edebilirim demek oluyor.”
 “Maaşınızı devlet mi ödüyor?” diye sordum.
 “Evet.”
 “O zaman yardımınızı istemiyorum.”
 Dudakları gülümseyecekmiş gibi irkildi ve ben neredeyse ona karşı bir parça saygı duydum. “Bunu açıklığa kavuşturalım, ne dersin?” diye sordu. “Dosyana göre bir şiddet olayı kaydın var.”
 Gözlerimi diktim ona bakıyordum, Bayan Collins de bana. O dosya tamamen saçmalıktı, fakat yıllar önce bir gencin sözünün bir yetişkinin sözü karşısında hiçbir anlam taşımadığını öğrenmiştim.
 “Noah, bu dosya.” Parmağını üç kere yavaşça dosyaya vurdu. “Bunun, hikâyenin tümünü anlattığını sanmıyorum. Highland Lisesi’ndeki öğretmenlerinle de konuştum. Bana çizdikleri resim, şu an karşımda duran genç adamı anlatmıyor.”
 Matematik defterimin tel sırtını, avucumun içine batana kadar sımsıkı tuttum. Bu kadın kendini kim sanıyordu ki benim geçmişimi kurcalıyordu?
 Dosyamı inceledi. “Son iki buçuk yıldır bir koruyucu aileden diğerine geçmiş, birçok ev değiştirmişsin. Ailen öldüğünden beri burası senin dördüncü lisen. Benim ilginç bulduğum ise son bir buçuk yıl öncesine kadar hâlâ onur listesindeymişsin ve spor müsabakalarında yarışıyormuşsun. Bunlar genellikle bir disiplin vakasıyla uyuşmayan nitelikler.”
 “Belki biraz daha derinlemesine kurcalamanız gerekiyordur.” Bu kadını hayatımdan çıkarmak istiyordum ve bunu yapmanın en iyi yolu, onu korkutmaktı. “Eğer kurcalasaydınız, koruyucu babamı dövmüş olduğumu öğrenmiş olurdunuz.” Aslında onu, öz oğlunu döverken yakaladığımda suratına bir yumruk atmıştım. Komik olan, polisler geldiğinde o ailede hiç kimse benim tarafımı tutmadı; koruduğum çocuk bile.
 Bayan Collins, hikâyenin benim tarafımı anlatacağım beklentisiyle duraksadı, fakat ne yazık ki yanılıyordu. Ailemin ölümünden beri, sistem içerisinde kimsenin kimseyi umursamadığını öğrenmiştim. Bir kere içine girdiniz mi, lanetlenmişsiniz demekti.
 “Highland’deki rehber öğretmenin senden övgüyle bahsediyor. İlk senede basketbol takımının yıldız oyuncularından biri, onur listesinde, birçok öğrenci aktivitesine katılım, arkadaşları arasında popüler...” Beni izleyerek, “Sanırım, ben o çocuğu severdim,” dedi.
 Ben de ama hayat boktan. “Basketbol takımına girmem için biraz geç oldu, sezonun ortasında olduğumuzu ve diğer her şeyi düşünürsek. Koç dövmelerimi sorun eder mi dersiniz?”
 “Eski hayatını yeniden yaşamaya başlamanla ilgilenmiyorum, fakat sanırım birlikte yeni bir şeyler yaratabiliriz. Şu an izlemekte olduğun yolda devam edersen, sahip olacağından daha iyi bir gelecek.” Sesi öyle samimiydi ki. Ona inanmak istiyordum ama hiç kimseye güvenmemeyi zor yoldan öğrenmiştim. Yüzümde duygusuz bir ifadeyle sessizliğimi korudum.
 Gözlerini önce Bayan Collins kaçırdı ve başını sallayarak, “Sana zor bir el dağıtılmış ama ihtimallerle dolusun. Yetenek sınavındaki puanın olağanüstü ve öğretmenlerin potansiyelini görüyor. Not ortalamanı artırman ve tabii ki devam durumunu düzeltmen gerekiyor. Bunların birbiriyle ilişkili olduğuna inanıyorum. Bu konuda bir planım var, beni haftada bir görmen dışında not ortalaman, sınavdan aldığın puanına denk gelene kadar özel derslere katılacaksın.” dedi.
 Ayağa kalktım. İlk dersi zaten kaçırmıştım. Bu eğlenceli, küçük görüşme ikinci derse de giremememe neden olmuştu. Fakat madem kıçımı yataktan çıkarmayı başardım, bugün içinde bir derse girmek niyetindeydim. “Bunun için vaktim yok.”
 Sesine, neredeyse fark etmediğim, güç algılanır bir asabiyet yansımıştı. “Sosyal hizmet görevlinle iletişime geçmeme gerek var mı?”
 Kapıya yöneldim. “Durma, geç. O, ne yapacak ki? Ailemi mi ayıracak? Beni koruyucu aile sistemine mi yerleştirecek? Daha derinlere inmeye devam edin ve geç kalmış olduğunuzu göreceksiniz.”
 “Noah, erkek kardeşlerini en son ne zaman gördün?”
 Elim kapı kolunda dondu.
 “Ya gözetim altındaki görüşlerini artırmayı önerirsem?”
Kapı kolunu bıraktım ve yerime geri oturdum.




a Rafflecopter giveaway


Tehlikeli Kızıl | Tarryn Fisher [Ön Okuma Partisi&Hediye]

24 Şub 2014


Ve, ve, ve yine bizz!
Bi Ön Okuma Partisi ile yine sahalardaki yerimizi aldık. Bu seferki kitabımız Tarryn Fisher'ın yurt dışında çok ses getirmiş serisinin ikinci kitabı Tehlikeli Kızıl. Yalnız afiş de fazla tehlikeli duruyor he. XD
Neyse efendim serimizin ilk kitabı, ki benim favorimdir, Fırsatçı'yla ilgili yorumumu merak edenler varsa -etmelisiniz bence!- hemen bir göz atın diyorum.

Fırsatçı | Tarryn Fisher[Kitap Yorumu]

İlk kitabın yorumunu okuduysanız şimdi de ikinci kitap ve Ön Okuma Partisi konuğumuz Tehlikeli Kızıl'ın kitap tanıtımını ve hemen ardından da ön okumasını okuyoruz.

Keyifli okumalar millet !


Tarryn Fisher | Tehlikeli Kızıl


Kitap Tanıtımı

Sevgili Fırsatçı,
Onu benden alabileceğini sandın ama kaybettin. Ve şimdi benim olduğuna göre onu elimde tutmak için her şeyi yaparım. Şüphen mi var? Senin olması gereken her şey benim. Olur da merak ediyorsan; aklına bile gelmiyorsun artık. Onu bırakmayacağım… Hem de hiç.
Tehlikeli Kızıl
Leah Smith sonunda istediği her şeye sahiptir. Tam olarak öyle olmasa da. Evliliği, ömür boyu sürecek bir bağlılıktan ziyade daha çok bir borç gibiydi. Oluşturmak için var gücüyle uğraştığı imajı ise gözlerinin önünde dağılıp gidiyordu. Yeni bir rol ve sırlarla dolu geçmişiyle Leah, çaldığı şeye sahip çıkmak için ne kadar ileriye gideceğine karar vermeliydi. 
****

Ve tabi ki ön okumamızın ilk partisini de es geçemyin. Sonra "N'oluyor?" burada dersiniz. :D




Ön Okuma Part#2


Gözlerimi kıstım ve birden midemin boşluğa düştüğünü hissettim. O kadınla bir alakası vardı. Biliyordum.

Bu düşüncelerimi kelimelere dökmedim. Güvensizliklerimi açık etmeyecek kadar akıllıydım, o yüzden sadece kayıtsız bir tavırla omzumu silktim ve yüzüne gülümsedim.

“Özel bir nedeni var mı?” diye sordum tatlı bir sesle.

Bir dakikalığına yüzünden bir şey, gözlerinin önünden bir gölge geçtiğini görür gibi oldum, sanki gözünün önünde oynayan bir film görüyormuş gibi. Zorlukla yutkundum. Bu
ifadeyi biliyordum.

“Tatlım—?”

Film bitti ve bana geri döndü. “Bu ismi hep sevmişimdir. O da bir Estella’ya benziyor.

Sesinde bir şey vardı.

Bana göre daha çok kel ve yaşlı bir adama benziyordu ama başımı salladım. Kocama hayır diyemedim; yani görünüşe bakılırsa çocuğun hayatının içine etmiştik.

Eve duş almaya gittiğinde yastığımın altından telefonumu çıkarttım ve Google’da Büyük Umutlar’dan ‘Estella’yı arattım. Bir internet sitesinde onun büyüleyici bir güzellikte olduğu, taş kalpli bir kişiliği ve üstünlük kompleksi olduğu yazıyordu. Bir diğerinde onun Pip’in istediği ve sahip olamadığı her şeyin can bulmuş hâli olduğu yazıyordu. Telefonu bir kenara koydum ve yanımdaki beşiğin parmaklıklarının arasından baktım. Caleb’ın her yaptığının bir amacı vardır. Acaba ne kadardır bir kız çocuğu istiyordu, merak ediyordum. Acaba dokuz ay boyunca ben erkek olmasını beklerken o da kız olmasını mı umuyordu, merak ediyordum.

Hiçbir şey hissetmiyordum; arkadaşlarımın kendi çocuklarıyla ilgili anlattıkları o coşkun annelik duygularını hissetmiyordum. Kayıtsız şartsız, her şeyin üstünde, hayatımın aşkı gibi ifadeler kullanmışlardı. Gülümsemiş, başımı sallamıştım ve bu ifadeleri kedi çocuğum olacağı zaman kullanabilmek içinde beynimde saklamıştım. Ve işte şimdi,
hissiz bir şekilde burada öylece duruyordum. Bu ifadelerin hiçbir anlamı yoktu benim için. Bir erkek olsaydı farklı hisseder miydim? Bebek çığlık çığlığa ağlamaya başladığından hemşire çağırma düğmesine bastım.

“Yardıma mı ihtiyacınız var?” diye sordu, ayıcık desenli bir önlük giymiş ellili yaşlarında bir hemşire odaya hızla girerken. Ayrık dişlerini açıkta bırakan gülümsemesine kuş-kuyla baktım ve başımı salladım.

“Onu çocuk odasına götürebilir misiniz? Biraz uykumu almam lazım.” Estella odamdan tekerlekli beşiğiyle çıktı ve rahatlayarak bir iç çektim.

Bu işte iyi olmayacağım. Ne düşünüyordum ki ben? Yogada yaptığım gibi burnumdan nefes alıp, ağzımdan verdim.

Sigara içmek istiyordum. Sigara içmek istiyordum. Kocamın sevdiği kadını öldürmek istiyordum. Hepsi o kadının suçuydu. Zaten evlenmiş olduğum adamı elimde tutmak
için hamile kalmıştım. Bir kadının bunu yapmasına gerek kalmamalıydı. Evliliğinde güvende hissetmeliydi. Bu yüzden evlenirsin: ruhunu çalmaya çalışan tüm erkeklerden kendini korumak için. Ben ruhumu Caleb’a isteyerek teslim etmiştim. Kurbanlık bir kuzu gibi ruhumu ona sunmuş-tum. Şimdi sadece başka bir kadının hatırasıyla değil, bir de
büzüşük bir bebekle de rekabet etmek zorundaydım. Daha şimdiden sanki göz bebeklerinde Büyük Kanyon’u görebiliyormuş gibi gözlerine bakıyordu.

İç çektim ve dizlerimi çenemin altına alıp ayak bileklerimi ellerimle kavrayarak top şeklinde kıvrıldım.

Bu adamı elimde tutmak içi sayısız şey yapmıştım. Yalan söylemiştim ve hile yapmıştım. Kâh seksi, kâh uysal, kâh vahşi, kâh savunmasız olmuştum. Kendim dışında her şey olmuştum.

Şu anda o benimdi ama ben ona hiçbir zaman yeterli gelmedim. Hissedebiliyordum; bana bakışlarında bunu görebiliyordum. Gözleri hep soru sorarcasına, bir şeyler arıyormuş gibiydi. Ne aradığını bilmiyordum. Keşke bilseydim. Bir bebekle - kendi bebeğimle yarışamazdım.

Ben neysem oyum.

Adım Leah ve kocamı elimde tutmak için her şeyi yaparım.


Leah'ın kocasını elinde tutmak için ne yapacağını merak ediyorsanız, devamı yarın Yorum Durağım'da! 
Bizi bekleyin.



ÇEKİLŞ


Tehlikeli Kızıl | 23 – 27 Şubat

1.Gün: Tuğçe’nin Kitapligi
2.Gün: Anime ve Kitap Sever
3.Gün: Yorum Durağım
4.Gün: Küçük Kızın Büyük Kütüphanesi
5.Gün: Kördüğüm Hayaller

Aşk Gelince | Julianne MacLean [Kitap Yorumu]

Orijinal Adı: My Own Private Hero
Edisyonu: Aşk Gelince
Yayınevi: Ephesus Yayınlar
Türü: Tarihi Aşk Romanı, Historical Romance
Puanım: 4/5
Satın Almak için: Kitapsihirbazi.com


Şu aşk denen şey, gerçekten bunca zahmete değer mi?

Adele Wilson için bu sorunun cevabı gayet açıktı: Elbette hayır! Kız kardeşlerinin, hayallerini süsleyen kocaları bulmak için sürüsüyle skandal ve gönül yarasına katlandıklarına şahit olmuştu. Londra civarındaki onca balo da cabası. Kendisine talip olan ilk İngiliz lordunu kabul etmesinin nedeni buydu işte. Ayrıca, onunla neden evlenmeyecekti ki? Müstakbel eşi nazik biriydi, dürüsttü ve kesinlikle gereğinden fazla duygusal değildi. Ondan daha delişmen, daha uzun boylu, daha gizemli olan kuzeninin, yani Alcester Baronu Damien Renshaw'un tam aksiydi.

Damien, kuzeninin nişanlısını baştan çıkarmaya çalışacak türden bir adam olsaydı, Adele'in onu görmezden gelmesi çok daha kolay olurdu. Ancak Damien apaçık bir şekilde Adele'e karşı koymaya çalışıyor ve aniden gelişen bu usturuplu davranışları, son derece edepli bir mizacı olan genç kızı daha da kışkırtıyordu. Aslına bakılırsa Damien, Adele'in atak, neşeli ve ateşli bir yanını ortaya çıkarıyor gibiydi.

Görünüşe göre kader, Adele'e tam da o aşk denen şeyin ne demek olduğunu öğretmek üzere ağlarını örmeye başlamıştı.



Aşk Gelince; böyle bir kitap çıkıyor işte ortaya. Dolu dolu, güzel, sade ve akıcı. Okurken sıkmayan ve bittiğinde güzel bir kitap okudum izlenimi veren hoş bir konusu vardı bu kitabın. Keyif alarak okudum. Hatta seride Aşk Gelince diğerlerinden daha çok hoşuma gitti.

Sanırım sade bir kitap olduğu içindi. Konusu ve Adele ile Damien arasında gelişen aşkın güzelliğini okurken hissettiren bir kitap oldu benim için. Fazla söze gerek yok. Severek okudum. Bu serinin ilk kitabını okuduğum da serinin sonraki kitaplarının daha iyi olacağını düşünüyordum, ve haklı da çıktım.Gerçekten ikinci ve üçünü kitap çok güzeldi. Bu yüzden himen alıp, okuyoruk. XD

Üç Amerika'lı vâris kızımızdan geriye bir tek en küçükleri ve aynı zamanda da en usturuplu, sessiz ve tam bir hanımefendi olan Adele Wilson kalmıştır.Ne hanımefendi ama! Tabii, kendi kitabı Aşk Gelince'ye kadar..Adından da anlaşıldığı gibi.

Bizim usturuplu hanımefendi kızımız aşkı gereksiz bulduğu gibi ablalarının çektiği kalp ağrılarını da görünce âşık olup evlenmekten ise ailesinin uygun gördüğü bir İngiliz centilmenle evlenmeyi daha doğru buluyor. Üstelik bu centilmenimizle sadece -ayaküstü- iki kelime etmesin rağmen. O kadar gereksiz geliyor aşk kıza. XD Neyse, bizim kız müstakbel nişanlısının ailesiyle tanışmak için Amerika'dan İngiltere'ye doğru yola çıktığı sırada bir de talihsizlik bu ya kaçırılıveriyor.


Hayır, yani böyle sakin bir hayat sürmüş, sessiz, etliye sütlüye dokunmayan bir kızı ne diye kaçırıyorsunuz siz? Maceralarla işi olmaz bu kızın! Bir kaçırdılar kızı, ve kız yoldan çıktı XD
Nasıl yoldan çıkmasın ki? Kendisini kurtarmaya gelen, pısırık ve sessiz nişanlısı değil de onun günah kadar çekici olan kuzeni Damien olunca kız doğal olarak yoldan çıkıyor.

Aslında kitabın temeline inersek Damien'ın yaralı kişiliği ve Adele'in içinde barındırığı "gerçek benliği" arasında kurulmuş bir kurgu bu kitap.Damien ailesinin sadakatsiz evliliği yüzünden kadınlara inanmayan birisi. Adele ise tutkularından arınmış, ya da Damien'ı görene kadar öyle sanılan, bir kız. Ama ne zaman Damien ile karşılaşıyor ve kara prensi kendisini kurtarıyor işte o zaman Adele'in içindeki pervasız kadın özgür kalıyor. Ve, tabi doğal olarak da Damien'a çarpılıyor. Ama Damien'ın kuzeniyle(!) nişanlı. Ve Damien için sadakat çok önemli. Özellikle de bir kadının sevdiği kişiye sadık olması. Kuzeninin nişanlısı Adele ne kadar güzel de olsa onun için yasak! Ama Adele de en az kendi kadar günah gibi çekici olunca bu yasaklar ve Damien'ın sadakati Adele tarafından sınanıyor.

Adele, "Ama tutku ve arzu sahibi kadınlar," dedi, "en nihayetinde sadakatsiz olurlar. Böyle düşünmüyor musun? Ve bu tutkuları sana gösterdiğim için gözünden tamamen düştüm, öyle değil mi?"

Damien'ın Adele karşı koyamaması gibi Adele de Damien'a karşı hissettiği çekime karşı koyamıyor. Bir süre bunu inkâr etmeyi tercih ediyor ama, içindeki kadın, gerçek benliğini keşfettiğinde ise bu karşı koymadan vazgeçiyor. Sevgili nişanlısı Harold'ın geleceğinde yeri olmadığını anlıyor. Fakat Damien'ın da geleceğinde yeri yok. Bir hovarda ve Adele! Mümkün değil. Oluru yok yani XD
Adele kuru bir sesle, "Çünkü sen hovardanın tekisin," dedi.


Kısacası ikisi de birbirlerine karşı ne kadar direnseler de bir yerde patlıyor bu direniş. Özellikle de Adele için. Adele, içindeki "gerçek ben"i bulduğu için tüm bağlarını koparıyor. Artık birilerinin istediği şekli almaktansa kendi istediği kişi olmayı seçiyor. Damien'a ise tek bir seçenek kalıyor. Ya Adele için savaşacak ya da onu sonsuza kadar kaybedecek.Hal böyle olunca da ortaya çok keyifli bir kitap çıkıyor. Ben beğendim. Tavsiye de ediyorum. Umarım seversiniz. :)




Seninle | Jasinda Wilder [Kitap Tanıtım&Yorum]

21 Şub 2014


Seninle/ Jasinda Wilder
Orijinal Adı: Falling Into You
Edisyonu: Seninle
Yayınevi: Pena Yayınları
Nell Hawthorne çocukluk arkadaşı Kyle Callowaye âşıktır. Aşkları hiç bitmeyecek gibidir. Ancak bir gece Kyle trajik bir kaza sonucu hayatını kaybeder ve bu kaza Nelli tamamen değiştirir. Kyleın cenazesinde Nell, ilk defa Kyleın kardeşi Coltonla karşılaşır ve her ikisi de Kyleın yokluğunda hayatlarına yeni bir yön çizer. Yıllar sonra bu ikili tekrar karşılaşır; bu sefer
bu karşılaşma onları hiç tahmin edemeyecekleri tatlı bir çıkmaza götürecektir
                                                                                               ***

“Ben sana sadece âşık olmuyorum, Nell. Ben sana akıyorum.Sen bir okyanussun ve ben düşüyorum, senin derinliklerinde boğuluyorum.” - Colton 


Daha önce Tuğçe'nin Kitaplığı'nın yorumunda görüp de merak ederek ingilizcesini okuduğum bir diğer kitap da bu. Kitap özellikle ilk başlarda çok dokunaklı bir kurgu işliyor. Nell'in Kyle'ı kaybettikten sonra yaşadıklarını ve Kyle'ın abisi Colton'ın yardımıyla tüm acılarını atlatma çabası güzel kurgulanmış. Ama eksikleri de olan bir kitaptı bana göre. Yine de okurken içinizin gideceğini ve çok beğeneceğinizi düşünüyorum.

Kitap hakkında yorumum için; Falling Into You- Jasinda Wilder [Kitap Yorumu] linkine alayım sizleri ayrıca kitaptan alıntılar da inceleyebilisiniz veeee; kitabın turu Konuşan Kitaplar Blog Tur -yani bizim ekip-'da. Bekleyin. XD

Bu arada kitabın ismini de kapağını da beğenmedim ya. Beklediğim kapak bu değildi. :(








Derin Sularla Şeytan Arasında | April Genevieve TUCHOLKE [Kitap&Yazar Tanıtım-Trailer]

14 Şub 2014

Konuşan Kitaplarla Blog Turları ekibinin(yani bizim XD) yeni tur kitabıyla karşınızdayım. Bu seferki kitabımız yepyeni ve tazecik yayımcılardan birisi olan Parodi Yayınları'nın Derin Sularla Şeytan Arasında kitabı.
Kitabımız yurt dışında oldukça rağbet gören, ilgi çekici ve korkutucu bir maceraya kapılarını açan bir konuya sahip. Violet adındaki kızımız hayatına giren ve tüm dengesinin alt üst olmasına sebep olan River'ın ve onunla beraber gelen gizemin peşine düştükçe sizi içine alan bir konuyla karşılaşıyorsunuz.
Neyse ben size direkt hem yazar hem de kitap tanıtımıyla başbaşa bırakayım. Haa, trailerı da izlemeyi unutmayın.

Orijinal Adı: Between the Devil and the Deep Blue Sea
Edisyonu:DERİN SULARLA ŞEYTAN ARASINDA
Yazar:April Genevieve TUCHOLKE

ŞEYTANLA EL ELE YÜRÜRKEN ONDAN KORKAMAZSIN!

GEÇMİŞİ SIRLARLA DOLU ESRARENGİZ FREDDİE…
ÖLÜ FREDDİE’NİN HATIRALARINA DÜĞÜMLÜ VİOLET WHİTE…
ÇARPIK GÜLÜŞLÜ, MÜKEMMEL YALANCI RİVER WEST


“Okyanus kıyısındaki sıradan kasaba Echo’da her şey olağandı. Ta ki bir gün esrarengiz yabancı River West, White ailesinin köhne malikânesi Citizen Kane’in misafir evini kiralayana kadar… Çarpık gülüşlü, zeki ve 
mükemmel bir yalancı olan River, birkaç gün içinde hem Violet’ın hem de tüm Echo kasabasının hayatını değiştirir.
Doğaüstü yetenekleri olan River, herkes için tehlike saçarken, Violet için hem tekinsiz bir yabancı hem de karşı konulmaz bir varlıktır. Bu gizemli misafirle birlikte White ailesinin sırları da birer birer ortaya çıkmaya başlayınca, Violet kendisini sımsıkı bir düğümün ortasında bulur.”
Çarpık gülüşlü, zeki ve mükemmel bir yalancı River, doğaüstü yetenekleriyle etrafındaki herkes için tehlike saçarken, Violet için hem tekinsiz bir yabancı hem de karşı konulamaz bir varlık olacaktır.



April Genevieve Tucholke'yi tanıyalım. Kendisi kocasıyla beraber Oregon'daki Nate Pedersen ormanının kenarında yaşıyor.Hakkında çok fazla bilgiye ulaşılamamıştır.
Sadece kızıl saçlı kahramanları sevdiğinden ve çatı katlarında kahvaltı etmekten hoşlandığı bilinmektedir. Tura bu kadarı yetmese de elden gelen bir şey yok. XD















Derin Sularla Şeytan Arasında  Derin Sularla Şeytan Arasında







Yalancı Âşık | Tawna Fenske [Kitap Yorumu]

Orijinal Adı: Beleive It Or Not
Edisyonu: Yalancı Âşık
Yazar: Tawna Feske
Yayınevi: Nemesis Kitap
Tür: Romantik Komedi, Çiklit
Puanım: 2/5

Violet McGinn, anormallikten ve soyut şeylerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışan, mantıklı bir kadındır. Belki de bu yüzden kendine meslek olarak muhasebeciliği seçmiştir. Annesi ünlü bir medyumdur ve bir gün hastaneye yatırılır. Violet, annesinin işini bir süreliğine devralmak zorunda kalır ve hiç istemese de sahte medyumluk yapmaya başlar.
Drew Watson, yakışıklı bir bar işletmecisidir. Cumartesi geceleri barında çaldığı müzikler eşliğinde dans eden müşterileriyle ve arkadaşlarıyla mutludur.
Chris Abbott ise her kadının hayalini kurduğu genç, yakışıklı, kibar ve başarılı bir doktordur.
Violet birini seçmelidir. Kalbini mi yoksa mantığını mı dinlemelidir? 
Yolunu bulmaya çalışırken yapacağı bir hata, belki de üçünün kaderini toptan değiştirecektir.



Pem pem pem.. Yine bir yorum zamanı. Yorumlarım da gecikiyor. İşten güçten fırsat bulamıyorum. Pazar günü okudum şu kitabı ancak yorum geçiyorum.Gerçi bu kitaba da yorum yapmasam bile olur ama epeydir yayın girmemiştim. Yayın olsun bari demi? :D

Bu yazarı daha önce hiç okumamıştım. Aslında diğer kitabı Dalgarlar Hep Aşk Getirse de elimde mevcut ama bir türlü okuyasım gelmediği için kitaplığımda bekliyor. Yalancı Âşık ise tamamen tesadüf eseri kitapçıda -tesadüf bile değil. Elektrik kesilince elimde kalması yüzünden- aldığım bir kitap. Kısa ve romantik komedi türünde olduğu için de eve gider gitmez okumaya başladım. Hiç yalan söylemeyeceğim başlarında çok güldüm ya! Gülmek de ne kelime. İfade etmiyor durumu. Bir kere kızın çocuğu "eşcinsel" sandığı kısımlar tam matrak.

Oraları okudukça kopuyorsunuz. Sonra -hiç inanmadığı halde- annesinin yerine medyumluk- evet, medyum :D- yapması ve özellikle dedektifin karşısında astral yolculuk yaptım diye sürekli; "ommmmm... ommmmm... ommmm.." yaptığı yerde gülmekten karnımı ağrıttı kitap. Ama işte bir aması da var. Tüm kitap bu şekilde ilerlemiyor ne yazık ki. İlk 100 sayfadan sonra kitapla ilgili düşüncelerim o kadar değişti ki, ilk sayfaları başka sonrasını başka yazar yazmış diye düşündüm.Zira gereksiz uzatılmış yerler ve erkek karakterin absürt hareketlerini okuyunca böyle düşünmemek elde değil.

Violet, -esas kızımız- :p- medyum annesi merdivenden düşüp sakat kalınca onun yerine geçmek zorunda kalıyor. Bu arada kitapta en sevdiğim şey kızın karakteri. Muhasebeci olması da çabası tabi. :D Ee, Violet annesinin yerine geçince onun sevgili komşusu Drew ile de tanışıyor. Tabii adamımız bir striptizci bar işletmeni olduğu için ve partnerinin-iş ortağı olarak :D- adı Sam olunca da Violet için direkt, eşcinsel! kategorisine giriyor. Adamı eşcinsel sanınca da kitabın ilk sayfaları sizi gülmekten kırıp geçiriyor.

"Elleri erkek arkadaşı Sam'e dokunabilirdi sadece, diye hatırlattı kendine. Kes şunu Violet kes!"

Tabi buralara kadar çok gülmüş olmam kitabı kurtarmıyor işte. Temelde sağlam başlasa da çok saçma bulduğum yerler olmasının yanı sıra bir de rutin bir hal alması durumu var. Örnek verecek olursam en sinir olduğum sahne; Drew barda striptizci(onun deyimiyle egzotik dansçı) seçimi yapacak ve bunu izleyip fikir vermesi için de Violet'tan yardım istiyor. Hem de kıza âşık olduğunu düşünürken! Absürd yani. Ya da Drew'in çoook geniş bir midesi var. Neyse işte.Bunlardan sonra da oturup birbirleriyle konuşmalarını, birbirlerinden uzak durma çabalarını okumaktan epey sıkıldım. Kitap sıkıcıydı. Çiklitlerde beklediğim bir akıcılığı yok kitabın.










The Marriage Mistake | Jennifer Probst [Kitap Yorumu]

4 Şub 2014

Orijinal Adı: The Marriage Mistake
Yazar: Jennifer Probst
Türü: Romantizm, Romantik Komedi, Çiklit,Yetişkin
Kitap Dili: İngilizce
Puanım: 4/5

Carina Conte küçüklüğünden beri erkek kardeşi Micheal'ın en yakın arkadaşı Max'e âşıktır.Yurt dışında aldığı eğitimden sonra MBA'i kazanınca Micheal'ın hızla büyüyen Fırıncılık İmparatorluğunda çalışmak için geri döner. Fakat bazı şeyler asla değişmez; ailesi ona hâlâ bir çocuk gibi davranmaktadır. Üç tane göz kamaştırıcı muhteşem kız kardeş arasında Carina hâlâ çirkin ördek yavrusudur. Ve Max, şirketin yeni CEO'su onu neredeyse hiç fark etmez.

Max, kesinlikle Carina Conte'un yasak bölge olduğunu bilir. Ama ikisi tek gecelik yakıcı bir ilişki paylaştıklarında-Carina'nın annesi tarafından basılırlar! Şimdi zavallı Max hazır olmadığı, eski İtalyan gelenekleriyle düzenlenecek bir evliliğe mecbur kalır- ve Carina çok öfkelidir! Yeni kocası reddedilmiş bir kadının gazabını öğrenecektir!

 

"Hayalini dahi kuramadığı her şeyi yanlış evliliğine vermişti. Sonsuza dek mutlu olabilimek için."

Açıkçası seride okuduğum en iyi kitap buydu! Çünkü Carina ve Max'in çekişmeli hallerine arada bir de kıskançlıkları eklenince kitap tadından yenmez bir şekilde okundu. Gerçi konunun netleşmesi kitabın yarısını buldu ama olsun bu zaman zarfında bir atışmaları var ki benim çok hoşuma gitti. Özellikle de Max'in Carina'yı kıskanma bölümleri.

Carina bir önceki kitap olan Aşk İkinci Şans'taki kahramanımız Micheal'ın küçük, el bebek gül bebek büyütülen kız kardeşi. Aşka İkinci Şans'ı okuyanlar bilirler; Micheal kız kardeşine feci düşkün. Özellikle de ailenin en küçük kızı olduğu için. Neyse efendim. Biz Carina ve Max'e dönersek eğer, Carina, küçüklüğünden beri Max(imus) Gray'a âşıktır. Aşk da ne aşk. İkinci kitabımızda Maggie'nin bile bir bakışta farkına varacağı, herkesin farkına vardığı ama bir tek Max tarafından görülmeyen aşk!

Aslında görülmeyen değil de fark edilmeyen diyelim. Çünküüü, Max, Carina'ya daima bir kız kardeş gözüyle baktığı için Carina'nın o umutsuz aşkını görmemesi gayet doğal. Micheal'la o kadar eski dostlarmış ki Carina'nın küçüklüğünü bildiği için kızımız Max'e tamamen küçük bir kız kardeş olmuş, ya da öyle görünmüş. XD

Neyse konuya gelelim.Carina yurt dışında aldığı eğitimden sonra geri dönüp çalışmak isteyince Micheal kız kardeşini -hâlâ çocuk sanıyor da- Max'in sekreterliğine verir. Bu sayede kızımız hem staj görecek sanki görmemiş, hem de işi öğrenecektir. Aile şirketini çözünce de istediği konuma gelecektir. Fakat bir sorun var bizim kız aile şirketinde çalışmak istemiyor. America'da onu işe alabilecek bir ton şirket varken neden aile şirketinde çalışma zorunda olduğunu da anlamıyordur. Ama Micheal'ın kararları kesindir. Carina, Max'in yanında çalışacaktır!
İyi, güzel çalışsın. Tabii çalışabilirler ise. Carina yurt dışına eğitim için gittiğinde Max'i kalbinden çıkarmıştır. Ya da kızımız bunu kendine söyleyerek kendini buna inandırmaya çalışıyordur. Bence ikinci seçenek. Çünkü hâlâ sırılsıklam âşık adama. Şimdi bu ikisi beraber çalışırsa ne olur sizce?! :D Max, Carina'nın yanında çalışacağını duyunca kem küm ediyor ama kızımızı o karşısında gördüğü ilk ânı unutmayacağım. Hâlâ bir çocuk beklerken karşısındakinin son derece baştan çıkarıcı bir "kadın" olduğunu görünce resmen şoka giriyor. Sonrası ise konun asıl eğlenceli kısmı. Carina kendisine veyahut çevresine Max'i aştığını kanıtlamakta kararlı olunca adamı görmezden gelmeleri çok eğlenceli oluyor. Ama içten içe girdiği kıskançlıkları biz okurlar görmezden gelelim tabi. Hele Max'in ağzını aramasını sormayın bile. XD

"Bir gün," dedi Max. "Doğru kişiyle tanıştığım gün."

Max'in şirketindeki çalışanlarından Edward, daha ilk andan Carina'dan hoşlanınca da bu kez Max'in kıskançlıklarını görmezden gelin. Gelebilirseniz. XD
Carina, Edward'la bir partiye gider ve bu partide kendini aşıp tam bir dişilik timsali olarak en eşsiz elbisesini -hem de sütyensiz!- giyerek partideki yerini alır.Eh tabi Max de hiç niyeti yokken sırf, Carina'yı korumak için! partiye gider.Tabi partiye gitmeden önce Laura'ya sarkması, bunları da Carina'nın gözüne sokmasını es geçiyoruz.

Sevgili eşlikçisi Laura ile de partide takılırken Carina ve Edward'ı görünce hele bir de Carina'nın kıyafetini görünce tamamen yoldan çıkar :D Sen git bir de kızla dans ederken arsız arsız kızı kızdır o da yetmemiş gibi Edward'ı hangi ara yaptıysa artık kıza el sürmemesi için uyar !
"Güzel elbise."
"Teşekkür ederim."
"Biraz kışkırtıcı değil mi sence de? Sutyen bile giymezken."
Çok iyiydi ya.Koptum o kısımlarda cidden.Eh, Carina Edward'tan Max'in onu uyardığını öğrenince "Öldün Maximus Gray!" diye bir çığlıkla kendisini Max'in evine doğru atınca sonucu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. :D

Max Carina ile yaşadığı iki sakıncalı andan sonra kendisini geri tutmakta kararlıdır. Nitekim Carina da öyle. Ayartılarına tepki alamayınca kendini geri çeker. Ta ki Micheal'ın ikisini birden Vegas'a iş için göndermesine kadar. Yasakların ve günahların şehri Vegas ikili için çok yeni günahlar hazırlar Ve çiftimiz Vegas'a ayak basar basmaz, havasından mıdır suyundan mıdır yoldan çıkarlar. Çünkü Carina Max'ten bu yolculukta "tek bir gece" diye düşündüğü o ilişkiyi almakta kararlıdır.

Carina'nın gözleri kocaman açıldı. "Grinin Elli Tonu şeyini mi yapacağız?"
Max güldü. "Sana tapıyorum. Bunun tadını çıkarabiliriz. Bu gece lezzeti test etmek için gözlerini bağlamak istiyorum.Bana güveniyor musun?"
"Evet."

El insaf yani Max de en nihayetinde taştan yapılma değil. Carina'nın dişiliğine bir yerden sonra o da direnemez olunca aralarındaki ateşli tutku ikisini de yatağa götürür. Tek farkla bir gece, bir gece olarak kalmaz. Hal böyle olunca da gizlilik hak getire der ve bir gece Bayan Conte tarafında basılırlar. 
Sonra kendilerini nikâh hazırlıklarında bulmaları ve Max'in evliliğe karşı korkusunu hiç sormayın. Babasının kendilerini terk etmesinden ötürü evlilik onun lügatında bulunmayan bir kelimeyken kendisini Carina'yla evli bulur..

Kesinlikle eğlenceli bir kitaptı. Özellikle de Carina'nın o dişilik inadı yok mu! Kızın inadı için sardım kitaba. İstediğini elde edene kadar azimle savaştı ve kazandı. :)))




Sürgün | Maya Banks [Kitap Yorumu]

Orijinal Adı:Seduction of a Highland Lass
Edisyonu: Sürgün
Yazarı: Maya Bansk
Yayınevi: Koridor Yayınları
Türü: Historical Romance, Tarihi Aşk Romanı
Puanım: 4/5
Sipariş Etmek İçin: Kitap Sihirbazı

Alaric McCabe doğuştan hak edilmiş topraklar için savaşan bir klanı yönetmektedir. Artık görev gereği bir evlilik yapmaya da hazırdır. Fakat komşu bir klan liderinin kızı olan Rionna McDonaldla anlaşmaya giderken yolda pusuya düşürülür ve ölümle burun buruna gelir. Mucize eseri bir Highland meleğinin yumuşak dokunuşuyla hayata döndüğünde klanına bağlılığı ve en derin arzuları da sınanmış olur.
Kendi klanından dışlanmış olan Keeley McDonald sevdiği ve güvendiği insanların ihanetine uğramıştır. Yaralı savaşçının attan düşmesiyle Keeley bu cılız ama aynı zamanda güçlü görünen bedenin etkisinden kurtulamaz, tıpkı onun gibi Alaricin de yüreğini bir alev sarmıştır. Komplo ve tehlike çemberi onlara doğru yaklaştıkça Alaricin ne kadar imkansız görünse de bir seçim yapması gerekir: Kendi kanından olanları aldatmak pahasına bu kadının aşkına inanacak mıdır?



Bu  kitabı çıktığı zaman almıştım ama nedense okumak bir türlü nasip olmadı. Sürekli kitaplığımda gözümün önünde durdu fakat elim gitmedi işte. İlk kitabını o kadar beğenmemiştim sanırım o yüzden bunda da hep bir çekingenlik oldu.

Gerçi, okurken bu kadar beklettiğim için de pişman etti kitap beni. Çünkü bir günlük kitapmış kendisi. Dün elime aldım, aldığım gibi de bitiverdi.Konu ilk kitaba oranla çok daha hoşuma gitti benim. Ama asıl bomba üçüncü kitapta olacak.Finalinden aldık mesajı! Finali demişken, sanırım kitabı bu kadar sevmemin yegâne sebebi de o final bölümdür. Keeley'in kendini feda ettiği yerde kitap kesinlikle kendi kulvarında sınıf atladı. Maya Banks o sahneyi özene bözene yazmış. Bir an sonunu acı bitirecek diye de korkmadım değil. :D

Kitabımız ilk kitap İskoçyalı'nın Kollarında'nın devamı niteliğinde. Ama ikinci kardeş Alaric üzerinden konumuz ilerliyor. Tabi maaile buradalar o ayrı mevzu. :D

İlk kitabın sonunda Rionna'yla evlenmek için kral tarafından emir alan Alaric bu kitabımızda sevgili müstakbel nişanlısını görmek için McDonald topraklarına doğru yola çıktığında pusuya düşürülüyor ve ağır yaralı bir şekilde kaçarken kendisini, -onun değimiyle- meleğinin kollarında buluyor. Sonra da kitabımız başlıyor. Zaten ilk sayfalardan konuya direkt girdiği için hiç sıkılmadan okuyorsunuz. Keeley kapısına gelen bu yabancıyı evine alıyor ve bir güzel yarasına bakıp iyileştiriyor. Kızımız McDonald klanını şifacısı, ayrıca işinde de çok başarılı. Gel gelelim bir iki gün Alaric'i iyi etmekle geçerken McCabe kardeşlerin diğer ikisi de Alaric'i aramaya çıkmışlar ve kızımızın evine baskın düzenleyip Alaric'i yaralı görünce tuttukları gibi hem Keeley'i hem de Alaric'i alıp McCabe topraklarına geri getiriyorlar. 

Aslında buradan sonrası çok daha güzel devam ediyor.Zirâ Alaric'i eve getirdikleri andan sonra kendisini meleğinden ayıracaklar diye öyle tatlı tatlı karşı koyuyor, öyle tatlı nazlanıyor ki kardeşleri bile şaşırıyor.Ve benim de yazarına ayılıp bayıldığım yerler o kısımlardı. Çünkü Alaric'in "Meleğim" demesi çok güzeldi. Ama kitabın geneline inecek olursam kesinlikle sonuyla beni aldı götürdü.

"Benim askerim," diye belli belirsiz mırıldandı.
Alarick de gülümsedi. "Evet, sen de benim meleğimsin."

Keeley'in başından geçenlere rağmen sapa sağlam ayakta kalacak kadar güçlü olmasına, yazarın hem kırılgan hem de dünyaya meydan okuyacak kadar güçlü bir karakter oluşturmasına hayran kaldım. Çünkü daha küçücük yaşında çok büyük zorluklarla karşılaşmış. Klanı tarafından dışlanmış ve gencecik bir kız olarak tek başına büyümüş! Başına neler gelebilirdi ama yılmamış. Azminin meyvesini de McCabe klanıyla tanışınca almaya başladı. Yeniden bir ailesi oldu. Bir yere "ait" oldu. Bu onun için gerçekten tarif edilemez bir şey. Bence kitap gerçekten sağlam bir konuya sahipti. Tek sıkıldığım yerler Maya Banks'in erotizmi yazamaması. Yetişkin sahnelerde çok sıkıyor bu kadının anlatımı beni. Ya çok fazla olduğu için ya da yazamadığı için. Ben yazamamasına bağlıyorum. Çünkü farklı birçok kitapta bundakinden daha ağır şeyler okudum ama bu yazarınki sıkıyor beni. İlk kitapta da hoşlanmamıştım. Fakat konuyu dramatize etmek isterse de önüne geçecek kimse yok. O son sahneyi epey konuşurum ben. :D



 
FREE BLOGGER TEMPLATE BY DESIGNER BLOGS